7 Mart 2019 Perşembe

BABAMIN ÖLDÜĞÜ YAŞTAYIM...


"Bugün benim doğum günüm
Hem sarhoşum hem yastayım
Bir bar taburesi üstünde
Babamın öldüğü yaştayım " 

Yanlış hatırlamıyorsam 2000 senesinde böyle dedi Teoman. Ben henüz 23 yaşındaydım ve babamın öldüğü yaş 42 bana çok uzaktı. O zamanlar konserlerde bağıra bağıra söylüyordum diğer tüm şarkılar gibi.

19 sene geçti...

42 yaşımı dün üfledim, babamın öldüğü yaşa geldim. 

Sanırım ilk defa bir doğum günü benim için bu kadar düşündürücü ve anlamlı oldu. Hayatı seven ve hayata bağlı bir insanımdır ama  bir kaç gündür daha da çok sarıldım hayata.

Çok hayalim vardır benim, biri biter biri başlar hayallerimin. 
Yapmak istediklerimin sınırı yoktur. 
Bir bu kadar daha yaşasam zaman ancak yeter diye düşünürüm.

Babamın öldüğü yaşa geldim...
O zaman kocaman adam gelirdi babam bana, halbuki ne genç yaşmış 42. 
Ne kadar çok hayali vardı kim bilir babamın, ne kadar çok şey vardı yapmak istediği, kendisi için, ailesi için...

Düşünüyorum,

Hayallerime ve hedeflerime devam mı etmeliyim, ulaşacak kadar vaktim var mı?
Yoksa, her gün, gün ne getirdiyse onu mu yaşamalıyım, gelecek planları yapmadan, hayal kurmadan, hedef koymadan?

Bilemiyorum... Bilmek çok zor...

Sonra düşünmekten vazgeçiyorum...

Hayatı ertelememem gerektiğine karar veriyorum...

Mutlulukları ertelememeli, çok derin düşünmemeli, çok hırslı olamamalı, daha çok şarkı söylemeli, dans etmeli, gülmeli, sevişmeli, yardım etmeli, gezmeli, denize bakmalı, öpmeli, sarılmalı, aşık olmalı, mutlu olmalı...

Hayallerimden vazgeçmiyorum.  

Belki ben bu kadar daha yaşarım ve tüm hayallerimi gerçekleştiririm. 
Hatta belki de babamın en büyük hayali de çocuklarının hayallerini gerçekleştirmesidir ve ben de bunu başarırım.

Biliyorum,

Babamın öldüğü yaştayım,
Hayatın ve hayallerimin peşindeyim

Hem hayalsiz yaşanır mı ki?

30 Eylül 2018 Pazar

DEVEYE DİKEN...

Ben her zaman derim, bilgelik tarihte değil, geçmiştedir diye. Eski uygarlıklar hakkında hala o uygarlıkların dünyaya gelmiş uzaylılar ya da bizlerin gelecekteki halleri olduğu gibi varsayımlar üretilmektedir.

Tüm bu eski medeniyetler arasında ben bizim atalarımızı tek geçerim. Bence hiç bir uygarlık onların bilgelik seviyesine yükselememiştir. Bizlere miras bıraktıkları ve yaşadığımız her duruma uyan atasözleri de bu bilgeliğin en önemli göstergesidir.
"Aç koyma hırsız olur, çok söyleme yüzsüz olur, çok değme arsız olur"
"Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az"
"Eşek bile düştüğü yere bir daha düşmez"
"Arpa ekip buğday bekleme"
"Oynamasını bilmeyen gelin yerim dar demiş; yerini genişletmişler, yenim dar demiş"

Hepsinin arasında "Deveye diken, adama......" diye başlayan bir atasözümüz var ki; bence en bilge, en doğru, en bize uygun olanıdır, adeta milletimizin karakter analizini yapmış ve tek bir cümleyle sonucu bildirmiştir.

Sekse düşkün bir milletiz biliyorum, hatta "bademleme" gibi yeni yeni eğilimler bile öğreniyoruz ama insan azıcık da kendini tutmalı, nefsine hakim olmalı, her zaman da zevk almaya bakmamalı değil mi?

Toplumsal yaşamımızda, iş yaşamımızda, bireysel yaşamımızda her gün bu bilge atasözümüze uygun yaşar olduk. Bunun psikolojik sebepleri ile de bir çok fikrim var ama yazı çok uzar, sıkılırsınız, onu ilerleyen günlerde yazacağım.

Toplum öyle bir halde ki;  her zamda "ohh, yaşasın başkanlık sistemi, hüloggh", eğitim sisteminin başarısızlığı nedeni ile her özel okula kayıtta "ohhh, çocuğuma feda olsun", kendisi açken uçak alınınca "ohhh, batı bizi kıskanıyor" sesleri yükseliyor. Bu aralar en çok duyacağımız orgazm sesi ise "ohhh Mckinsey, ohh Albayrak" olacak gibi gözüküyor.  Bizim milletimiz maalesef şaşalı hükümdarlara sahip olmanın dünyayı yönetmek olduğunu sanıyor ve anlamayı değil inanmayı tercih ediyor. Bu pek bilge atasözünden daha çok tercihini "Tecavüz kaçınılmazsa, zevk almaya bak"tan yana kullanıyor.

İş hayatında da orgazm sesleri sık sık yükseliyor, bir çalışan tedarikçisinden komisyon alıyor, patronun odasından ses yükseliyor "ohhh, ucuza alıyor". Çünkü patron muhtemelen o adamı ucuza çalıştırıyor ve aynı toplumdaki  köhne vurdumduymazlık gibi, herkes çalıyor ama bu yol yaptı diyor.

Özel hayatımızda özellikle ilişkilerimizde de bu bilge atasözümüz bazen  durumu o kadar güzel özetliyor ki; adam karısını aldatıyor "ohhh, elinin kiri, benim bir şeyimi eksik etmiyor", kadın adamın telefonunu karıştırıp, tüm sosyal medya hesaplarının şifrelerini ele geçiriyor "ohhh, sevgisinden kıskanıyor" sesleri ilişkilerdeki orgazm sayısını da yükselterek ayrı bir heyecan katıyor. Bir sürü sebebi olabilecek bu orgazm şeklinin sebebinin en çok özgüven eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Bu durumdan toplum olarak nasıl kurtulmalıyız bilemiyorum. Eğitim şart diyoruz ama o çok uzun ve bu sistemle zor bir süreç o nedenle benim önerim şap, kafaları şaplamanın bir yolunu bulmalıyız yoksa bu atasözünü milli atasözümüz kabul edip hep bir ağızdan bir ohhh çekip karşıki dağları yıkabiliriz.












28 Ocak 2018 Pazar

KİBİR

Geçen haftalarda bir çoğumuzun da fotoğrafladığı gibi İstanbul'da gün doğarken gökyüzünü renk cümbüşü kapladı.  Gün ne kadar renkli doğdu derken, bir de baktık akşam da büyüleyici bir şekilde battı güneş. 

Biz Dünya'ya bu kadar kötü davranırken o hala bize ne kadar renkli doğuyor, ne kadar keyifli batıyor.
Halbuki biz onun tüm dengesini bozduk ve bozmaya devam ediyoruz, o ise bize hala ne kadar şefkatli.

Hala çiçek açıyor, hala besin veriyor, hala bereket yağdırıyor, hala huzur veriyor.

Bazen kızıyor ama yine de sevgiyle her gün bize bir şans daha veriyor. 

Keşke hepimiz dünya kadar hoşgörülü ve sabırlı olsak. Hoşgörüsü yüksek olan bir kişi olarak ben bile çabalarımın karşılığını alamadığımda, öfkeleniyorum ve vazgeçiyorum.  Hatta bazen öyle bir ruh haline bürünüyorum ki, dünya olsam, varoluşun en büyük hortumu olabilir, karşımdakini yutabilir, sonra onu Etna'dan aşağı atarken kahkahalar atabilirim. Hangimizin fantezileri yok ki, değil mi?

Fantastik dünyamı bir kenara bırakır ve gerçek dünyaya bir göz atarsak aslında her birimizin ne kadar kibirli ve ne kadar tahammülsüz olduğumuzu görebiliriz.

Her şeye karşı kibirliyiz, benciliz ve sevgisiziz... 

Dünya'ya karşı, hayvanlara karşı, bitkilere karşı, birbirimize karşı, hatta Tanrı'ya karşı...

Sadece kendi konforumuzu düşünerek yaşamaya devam ediyoruz. 

Ağaçları keserken, hayvanları sokakta aç bırakırken, soğukta onları apartmanlarımızın içerisine almazken bile Tanrı'ya karşı kibirliyiz. 

Okumazken, çalışmazken, öğrenmezken ve düşünmezken kibirliyiz.

Dünya'ya karşı kibirliyiz hatta kibri öyle seviyoruz ki, onun kibir ile yönetilmesine razı geliyoruz, izin veriyoruz, kibre oy veriyoruz. 
Aslında kibrimizi atabilsek keşke Etna'nın içine,
Sözlüklerde artık görülmeyen bir hastalık olarak tanımlasak,
Arkamıza yaslanıp renkleri fark edebilsek,
Yaşamanın keyfine varsak...




15 Ekim 2017 Pazar

KAFALAR MI KARIŞIK!

Malumunuz yazma bozma tahtasına dönen eğitim sistemimiz, eğitimde  yeni eğilimler ve yeni terimler kazandırdı.

Teog öğretmeni diye bir dal oluşmuş,hafta sonu duydum. Bu öğretmenler normal ders anlatımından ziyade çocuklara sadece sınava yönelik test eğitimi veriyorlarmış. Teog ile birlikte gitti yılların tecrübesi, şimdi  "normal ders anlatma teknikleri"ni öğrenmek zorunda kalacaklar.

Eğitim sistemimizin getirdiği en önemli eğilimlerden birisi de özel okulda çocuk okutmak.  Aslında eğilim demek yanlış olabilir zira okul yetersizliğinden dolayı bir çoğumuz bu eğilimi göstermek zorundayız.

Eğitim gibi bir milletin geleceğini etkileyecek en önemli konuyu deneme yanılma yöntemi ile deneyimleyen sevgili hükumetimiz ise devlet okullarını eğitim verebilecek konuma getirmek yerine, özel eğitim teşviki vererek, özel okula para akıtmak zorunda olan biz zavallı velilere o kutsal ve yardımsever elini uzatmaktadır. Minnettarız.

Benim bir türlü kafamda oturtamadığım bir konu ise şu an ki hükumetin seçmeninin çocuklarını özel okula göndermesidir.

Çocuklarımızı devlet okulundan bir ya da iki tık daha iyi olan özel okullara gönderme sebebimiz ya daha az mevcutlu sınıflarda eğitim almalarını  ya da yabancı dil eğitimlerini daha iyi almalarını istememiz değil midir? Özel okulların bu kadar çoğalmasının sebebi ise devlet okullarının bu isteklerimizi karşılayamaması değil midir? O zaman devlet okullarının yetersizliğinin de biz zavallı velilerin ceplerini yaktığı da doğru değil midir?

Yaklaşık üçyüzbin nüfuslu Güngören ilçesinde devlete ait altı adet ortaokul bulunmasına karşın, sekiz adet imam hatip ortaokulu mevcutmuş. Normal ortaokullarda sınıf mevcutları elli ve üzerindeyken, imam hatip ortaokulları yeterli öğrenciye sahip değillermiş hatta belediyenin imam hatip reklamlarını her yerde görmek mevcutmuş.

Aynı Güngören'de on adet özel ortaokul bulunmaktaymış ve bu okulların da kontenjanları doluymuş.

Yine aynı Güngören'de, eğitim sistemi ile sürekli oynayan  hükumetteki partinin oy oranı yüzde ellidörtmüş.

Bu ilçede imam hatipler öğrenci sıkıntısı çekip, devlet okulları dolup taşıp ve her sene yeni özel okullar açılıyorsa, düz mantıkla Güngören ilçesinde yaşayan vatandaşların eğitim sisteminden memnun olmadığını söyleyebiliriz.

Ama eğitim sistemini beğenmediği ve çocuğunu okullarına gönderemediği, bedava normal bir eğitim hakkını elinden alan hükumete oy oranı yüzde ellidörtmüş.

Bu yüzde ellidört;

Hükumet ile eğitim sisteminin bağlantısını kuramıyor olabilir mi?

Ne yaparsa yapsın, yanındayız bizi düşünme,  biz nasılsa başımızın çaresine bir şekilde bakarız mı diyor?

O kadar yol yaptı,  eğitimi de varsın yapamasın mı diyor?

Ben cevabı bulamadım, bu yuzde ellidördü çözemedim.

Belki de daha basittir, sadece kafaları karışıktır.


8 Eylül 2017 Cuma

NANKÖRLÜK


Evvel zaman içinde, günlerden bir gün  Kopenhag'a gitmiştim. 

Şehir, uçak inerken yukarıdan ne kadar güzel olduğunu belli eden cinsten olsa da hayatımda ilk defa denize bu kadar alçalarak  iniş yaşadım ve deniz fobim nedeni ile yine hayatımda ilk defa bir uçağın içinde korktum. Neyse ki, tekerleklerin karaya değmesiyle, rahat bir nefes alarak, mutlu mesut havaalanından çıktım. 

Sıradaki taksiye bindim ve biner binmez hani bazen bir anlık kafa karışır ve ben neredeyim, ne yapıyorum saçmalaması yaşarsınız ya, işte onu yaşadım. 

Takside son ses Kuran okunuyor. 

Nazikçe teybin sesini kısmasını rica ettim. Şoför biraz homurdanarak sesi kıstı. Yolumuza devam ederken, taksici ile doğal olarak sohbet etmeye başladık. Şoför Bosnalıymış, otuz yıldır Kopenhag'da yaşıyormuş. Hasbelkader bir şekilde buraya gelmiş, ufak ufak şoförlükle başlamış, sonra taksiler almış, kızları varmış, hepsi üniversite okumuş, doktor olmuş, yönetici olmuş. Memlekette koca bir ev yaptırmış, yazları gidiyormuş. Velhasıl kendisi Kopenhag'da çalışmış, etinden sütünden faydalanmış. 

Gelgelim yol boyunca Danimarka'ya etmediği küfür, okumadı bela kalmadı. 

Müslüman olmadıkları için ve malum Muhammed karikatürleri sebebi ile. 

Geçen ay üç boyutlu  çizimler yapan kendi ülkesinde aslında mimar olan, burada konfeksiyonlarda çalışan bir Suriyeli çocuk ile tanıştım.
Birsüre bize dışarından destek verdi. Ofise geldiğinde zaten  çok nazik olan ekip, Ahmad'a daha da nazik davranmaya özen gösterdi. 

Ahmad, Türkçe yok denecek kadar az bilmekle birlikte, İngilizce de bilmiyordu.  Bir şekilde ofiste Arapça bilen arkadaş yardımı ile meramımızı anlatmaya çalışıyorduk. 
Bir gün bir sohbet sırasında tam iki senedir Türkiye'de olduğunu öğrendim. 
Ahmad iki senedir Türkiye'de, burada çalışıyor, burada yaşıyor ama Türkçe anlayamıyor, konuşamıyor ve Türkçe öğrenmek için hiç bir çabası yok. 

Neden?

Çünkü burayı sevmediğini, ülkesini çok özlediğini söylüyor. 
Ahmad Halepli, Allah kimseyi yersiz yurtsuz bırakmasın.  
Ailesi hala Halep'te yaşıyor. 
Yani o da Halep'te yaşayabilir.
Ama o güvenlik nedeni ile, kazanç nedeni ile, gelecek nedeni ile burada yaşamayı tercih ediyor.
Ama burayı sevmiyor, dilini öğrenmeyi reddediyor.
Ama buradan ekmek yiyor.

Buna çok bezer şeyleri bizim Almanya'da yaşayan milletimiz de yapıyor. Hem orada refah içinde yaşıyorlar hem de sürekli küfür ediyorlar.

Biz de böyle giderse kendi memleketimizde, bizlerin vergileri ile yaşayan "misafirlerden" daha çok küfür yeriz. 

Maalesef nankörlük çok yaygın bir hastalık.

İnsanlar nankör.

Toprağa, dünyaya, doğaya, suya, insana, hayvana, kendisine, Tanrı'ya nankör.

Balsac'ın da dediği gibi "İnsanlara, kendilerini nankörlüğe mecbur edecek kadar büyük hizmetlerde bulunmayınız" Çünkü "Toprak, nankör bir adamdan daha kötü bir şey yetiştirmez"











  

4 Eylül 2017 Pazartesi

RAZI OLMAK


Her geçen gün daha da inanılmaz haberler okuyoruz ve okuduğumuza inanamıyoruz.
Çoğu zaman bu ülkede kafası çalışan insanları delirtmek, etkisizleştirmek ve duyarsızlaştırmak için psikolojik bir uygulamaya maruz kaldığımızı ve yakında hepimizin biat eden, sorgulamayan insanlar haline geleceğimize inanıyorum.

Kafam hala çalışırken, insanları anlamaya çalışıyorum ve özellikle oyunu hükümetteki partiden yana kullanan ve mitinglerinde kendinden geçen kişilere detaya girmeden çok basit ve herkesin bildiği konular üzerinden sormak istiyorum; nedir bu razı olma durumu?

Ensest ilişkiler, çocuk istismarı, kadın cinayetleri almış başını gitmiş ama siz  razısınız!

Reisinizin ve tüm adamlarının büyük hırsızlıklar yaptıkları ortaya çıkmış ama siz  razısınız!

Yanlış politikalar nedeni ile ülke toptan mülteci kampına dönmüş ama siz  razısınız!

Alım gücümüz her geçen gün azalmış, fakirleşmişiz ama siz razısınız!

Şehide "Kelle" denmiş, vatandaşa "Ananı da al git" denmiş, korumalar adam dövmüş ama siz razısınız!

Hükümet bir cemaate ne istediyse vermiş, siz razı olmuşsunuz!

O cemaat terör örgütü çıkmış, başımıza türlü belalar açmış, hükümet kandırıldık demiş, siz yine razısınız!

Darbe girişimi olmuş, Cumhurbaşkanı sokağa çıkın demiş, nerede asker, nerede polis dememişsiniz, çıkmışsınız, ölmüşsünüz, buna da razı olmuşsunuz!

Bir cemaatten başımız bu kadar yanmışken, başka cemaatler söz sahibi olmaya başlamış, cemaatleşme artmış, razısınız!

Birileri çıkmış, Atatürk'ü suçlamış, hakaretler etmiş,  razısınız!

Hükümetin önde gelenleri sürekli zenginleşmiş, "nasıl oluyor" dememişsiniz, yine razısınız!

Bir kör cahil çıkmış, M.Ö Pisagor'dan beri bilinen Dünya'nın yuvarlak şeklini inkar etmiş ve bunu ciddi ciddi savunan bir makale yazmış, "bunların amacı ne" dememişsiniz, razı olmuşsunuz!

Tarım bitmiş, turizm bitmiş, ekonomi çökmüş, dış borç artmış, dış ilişkiler bozulmuş, içeride terör artmış. "Dur artık, yönetemiyorsun" dememişsiniz, bunlara da razı gelmişsiniz!

Ülke savaş yeri olmuş, komşumuzdan korkar olmuşuz, razısınız!

Kadın erkeğin kölesidir demişler, sorgulamamışsınız, açıp okumamışsınız, razı gelmişsiniz!

Eğitim yerlerde, siz bile çocuğunuzun eğitiminden şüphe eder olmuşsunuz, iyi bir lise okusun diye kredilerle çocuk okutmuşsunuz ama bunu da sorgulamamışsınız, razı gelmişsiniz!

Kendi ürettiğimiz her şeyi üretemez, ithal eder hale gelmişiz ama siz ithal ürün yemekten de razısınız!

Samanı bile ithal eden, dışa bağımlı bir ülke haline getirilmişiz,vardır bir bildikleri demiş yine razı olmuşsunuz!

15 yılda Türkiye en az 150 yıl geriye götürülmüş, razı gelmişsiniz!

Her şeye razısınız.

Bir teyzenin videosunu izlemiştim. Teyzenin oğlu asgari okulda öğrenciymiş ve 15 Temmuz'dan sonra hapse girmiş. Teyze anlatıyor ve ağlıyor " Cumhurbaşkanım, ben seni çok severdim, hep sana oy verdim ama benim oğlum suçsuz, kapına geldim benimle görüşmedin, sana küstüm, artık seni sevmiyorum"

Kendi çocuğu değil de komşunun çocuğu hapiste olsa bu teyze böyle isyan mı edecekti yoksa razı mı olacaktı?

Neden her şeye razısınız?

Yapılanların ucu size dokununca da razı olacak mısınız?








27 Ağustos 2017 Pazar

EĞİTİM İLE EĞİTİMSİZLEŞTİRMEK

Bir topluma hükmetmenin en kolay yolu, onu eğitimden mahrum bırakmaktır, ezberci, düşünmeyen, sorgulamayan toplumlar yaratmaktır.

Hepimiz eğitim sisteminin perişan edildiğini,  eğitimsizleştirildiğini haykırıp duruyoruz. Müfredatlarda değişen maddeleri yazıp çizip, isyan ediyoruz.

Son bir haftada okul araştırırken Türkiye'de eğitim sisteminin geldiği hal, umut dolu düşüncelerime yeniden gölge düşürdü.

Bu sene yedinci sınıfa gidecek olan ve eğitimini bir özel okulda sürdürmekte olan oğlumun okulunu değiştirmemiz gerekti.

Yoğun bir şekilde okul araştırmalarına başladık ve her gün kafamızın daha da karışması ile işimiz zorlaştı.

Neredeyse devlet okullarından sayıları fazla olan özel okullar aynı hastaneler gibi A, B, C gibi sınıflandırılmışlar. Fiyatı yıllık 40- 50 bin arası olanlar, 30-40 bin arası olanlar, 20-30 bin arası olanlar, 10-20 bin arası olanlar. Her bütçeye uygun okul bulunabiliyor neredeyse.

Okulu arayıp bilgi aldıktan sonra, kampanya satan bankalar, telefon operatörleri gibi sürekli aranıyorsunuz.  

Okulla görüşmeye gider gitmez, karşınızdakinin ilk anlatmaya başladığı şey İngilizce ders saatleri ve  TEOG paket programı oluyor, çünkü insanların özel okuldan beklediği en önemli şeyler bunlar olmuş.

Ortaokulda yedinci ve sekizinci sınıflar için özel okullarda yer bulabilmek çok zor, çünkü insanlar TEOG belası nedeni ile çocuklarını bu sınıflarda devlet okullarından alıp, özel okullara veriyorlarmış.

Ne kadar acı ki, devletin kendi okulunda verdiği eğitim, kendi düzenlediği sınav için yeterli değil ve imkanı olmayanlar bile yemeyip, okutmaya çalışıyor. Özel okullar ise etütlerle, cumartesi okul günleri ile çocukları bu sınava hazırlamaya çalışıyorlar.

Eğitim olmuş bir sınav hazırlık süreci!

Bazı okulların büyük bir övgü ile bahsettikleri eğitim sistemleri ise tüylerimi diken diken yaptı. "Efendim biz yedinci ve sekizinci sınıflarda resim, müzik, beden derslerini ve kulüp çalışmalarını kaldırıyoruz, Teog'a yönelik çalışıyoruz ama isteyen çocuklar okulun bahçesinde teneffüslerde spor yapabiliyorlar"
"Ne kadar yüce gönüllüsünüz ki, çocuklara havalandırma hakkı vermişsiniz" dememin ardındaki sessizlik, okulun eğitim anlayışının bir göstergesiydi. TEOG'da başarılı olan ama ezber dışında kitlenen insan yetiştirmek.

Beni en çok şaşırtan şeylerden birisi de bazı okulların "franchasing" dediğimiz, isim hakkını kiralama yöntemi ile çoğaldığı oldu. Parası olan Mcdonalds açar gibi, bir okulun adını alıp kendisine okul açabiliyormuş.

Okullar olmuş süper market!

Bu çocuklar bu sistem ile eğitim alıp, Teog'da başarılı olsa, Ygs'de başarılı olsa ne fark edecek?
İyi üniversitelerde okuyup, meslek sahibi olsalar ne olacak?
Bir hayat görüşleri oluşmadıktan, sosyal olarak gelişemedikten, sorgulamayı öğrenmedikten, fikir üretemedikten sonra diplomalarını ne yapacağız?

Kaliteli eğitim bir devletin vatandaşına vermek zorunda olduğu, hükümetin insiyatifinde olmaması gereken en önemli hizmettir fakat en acı ve gelecek için en korkutucu olan ise çocuklarımız eğitim adı altında eğitimsizleştirirken, bizim tek çaremizin çocuğumuz için yurt dışı okul imkanları araştırmak olmasıdır.

En büyük problem ise insanların buna razı olup, bu düzene oy vermeye devam etmesidir, çaresizliği kabullenmesidir.