Geçen haftalarda bir çoğumuzun da fotoğrafladığı gibi İstanbul'da gün doğarken gökyüzünü renk cümbüşü kapladı. Gün ne kadar renkli doğdu derken, bir de baktık akşam da büyüleyici bir şekilde battı güneş.
Biz Dünya'ya bu kadar kötü davranırken o hala bize ne kadar renkli doğuyor, ne kadar keyifli batıyor.
Halbuki biz onun tüm dengesini bozduk ve bozmaya devam ediyoruz, o ise bize hala ne kadar şefkatli.
Hala çiçek açıyor, hala besin veriyor, hala bereket yağdırıyor, hala huzur veriyor.
Bazen kızıyor ama yine de sevgiyle her gün bize bir şans daha veriyor.
Keşke hepimiz dünya kadar hoşgörülü ve sabırlı olsak. Hoşgörüsü yüksek olan bir kişi olarak ben bile çabalarımın karşılığını alamadığımda, öfkeleniyorum ve vazgeçiyorum. Hatta bazen öyle bir ruh haline bürünüyorum ki, dünya olsam, varoluşun en büyük hortumu olabilir, karşımdakini yutabilir, sonra onu Etna'dan aşağı atarken kahkahalar atabilirim. Hangimizin fantezileri yok ki, değil mi?
Fantastik dünyamı bir kenara bırakır ve gerçek dünyaya bir göz atarsak aslında her birimizin ne kadar kibirli ve ne kadar tahammülsüz olduğumuzu görebiliriz.
Her şeye karşı kibirliyiz, benciliz ve sevgisiziz...
Dünya'ya karşı, hayvanlara karşı, bitkilere karşı, birbirimize karşı, hatta Tanrı'ya karşı...
Sadece kendi konforumuzu düşünerek yaşamaya devam ediyoruz.
Ağaçları keserken, hayvanları sokakta aç bırakırken, soğukta onları apartmanlarımızın içerisine almazken bile Tanrı'ya karşı kibirliyiz.
Okumazken, çalışmazken, öğrenmezken ve düşünmezken kibirliyiz.
Dünya'ya karşı kibirliyiz hatta kibri öyle seviyoruz ki, onun kibir ile yönetilmesine razı geliyoruz, izin veriyoruz, kibre oy veriyoruz.
Aslında kibrimizi atabilsek keşke Etna'nın içine,
Sözlüklerde artık görülmeyen bir hastalık olarak tanımlasak,
Arkamıza yaslanıp renkleri fark edebilsek,
Yaşamanın keyfine varsak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder