21 Mayıs 2017 Pazar

KALKIN TEMİZLİK VAR!


Hemen hemen her Türk çocuğunun ve erkeğinin kabusu olan bu söz, kadınların günaydın demesinin en dayanılmaz halidir.

Benim çocukluğum her Pazar bu sözle uyanarak geçti. Annem Cumartesi günleri de çalıştığı için, temizlik işi Pazar günleri yapılırdı.

Kalkın saat kaç oldu, öğlen oldu, daha temizlik yapılacak!

Saat kaç? Saat daha 09:00, insaf!

Dünyanın en önemli işidir çünkü temizlik. Sizin sabah yatak keyfinizden, Pazar tembelliğinizden, azıcık ev huzurunuzdan çok daha önemlidir.

Çünkü bir kadının en birincil görevi temizlik yapmaktır!

Bir de cam takıntısı vardır. "Camlar çok kirlenmiş, dışarısı çamur içinde" İyi de beni dışarıdaki çamur ilgilendirmiyor ki, ben içeriden bakıyorum cama.

Bahar temizliğine değinmeden geçemeyeceğim zira çok önemlidir. Sanki o temizlik yapılmasa bahar gelmeyecek. Bakın işte herkes bahar temizliğini yaptı İstanbul'da ama hala bahar gelmedi, hala kış. Demek ki, baharın gelişinin temizlikle bir alakası yokmuş.

Kadın olmama rağmen bu temizlik takıntısını asla anlayamam. Gerçi anlamak için bir çaba sarf ettiğim de söylenemez.

Hemen pis bir kadın olduğumu düşünmeyin lütfen. Dağınık olduğum doğrudur fakat, pis asla değilimdir. Sadece temizliğin ben evde yokken yapılması taraftarıyım.

Evi süpürürken, birden vazgeçip,  süpürgeyi sonra devam etmek üzere ortada bırakıp, dışarıya çıkabilecek ya da film izleyebilecek kadar önem veririm bu temizlik işine.  Süpürge orada, ev de orada, yarın yapsam ne fark edecek. Ayrıca süpürge sesinin bu dünyadaki en korkunç seslerden birisi olduğunu kimse inkar edemez.

Çocukluğuma inmek gerekirse, temizlik takıntılı bir annenin kızı olmam ve daha ortaokul öğrencisiyken, evin günlük temizliğinin ve yemeğinin benim görevim olmasından kaynaklanan bir bıkkınlık da olabilir temizliğe bakış açım.

Tanıdığım temizlik takıntılı kadınlara ve kendi anneme de baktığımda "Kalkın temizlik var!" cümlesinin, aslında kadınların iç huzursuzluklarının dışarıya bir yansıması ve zorunluluk olarak hissettiği temizlik aktivitesini, bu zorunluluğu üzerine yüklediğini sandığı kişilere bir işkence aracı olarak kullanması olduğunu düşünüyorum.

Bana göre hafta sonlarını, evimi temizleyerek değil, kendi ruhunu, bedenini ve zihnini temizleyerek geçirmek en önemli temizlik aktivitesidir.

Bırakın ev pis kalsın, önce zihniniz temiz olsun, eviniz neşe dolsun.













13 Mayıs 2017 Cumartesi

SİZİN MEMLEKET NERE?



İstanbul'da yaşıyorsanız birisi ile tanıştığınızda, ilk on sorunun içerisinde nereli olduğunuz sorusunun olma ihtimali çok yüksektir.
Cevap verirsiniz, "İstanbulluyum" 
Ama tatmin etmez, illa soy ağacı çıkarıp, kökeni bulacak ya, yine sorar "anne-baba nereli peki"
İçimden geçen cevap hep aynı "elinin körlü" 
Annem babam nereli merak ediyorsan, annen-baban nereli diye sor, niye sen nerelisin diye soruyorsun?
Annem - babam Sivaslı. 
Peki bu beni Sivaslı yapar mı?
Bence yapmaz çünkü insan nerenin kültürü ile büyüdüyse ve nereli hissediyorsa oralıdır. 

Ben İstanbul'da doğdum, büyüdüm, kimliğimde yazan Sivas'a ise hayatımda üç - dört defa gittim. 
Son gidişimde artık kocaman insandım ve kendimi hiç oraya ait hissetmediğim gibi oldukça aykırı kaldım. 

Rahatlıkla söyleyebilirim ki ben tüm hücrelerime kadar bir İstanbulluyum. 
İstanbul'u seviyorum, asla sövmüyorum, asla kızmıyorum, hep hayranım, hep aşığım fakat 
İstanbul'a olan aşkım başka bir yazının konusu olduğundan fotoğrafta gördüğünüz Ege konusuna geliyorum.

Hayatım boyuınca İstanbul dışında bir yerde yaşamayı hiç düşünmedim, yirmili yaşlarımda yurt dışından gelen bazı iş tekliflerini hiç düşünmeden reddettim. Bahane mi yok İstanbul'da kalmaya, çok bağlı olduğum ailem, Boğaz, arkadaşlarım, özgürlük, müzik, Beyoğlu, Kadıköy  vs vs. 

Bir de hep Ege'yi severdim ben. Ege kıymetlidir. Kuzeyi başka, Güneyi başka güzeldir.  
Bir turizmci olarak, bir sürü program yapabilecekken, balayım için bile Asos'u tercih etmiştim. Bir kaç günlük eşim beni Truva'dan sürükleyerek çıkarmıştı. Adam her sarı tabelaya direksiyon kırmaktan helak olmuştu.  Antik kentlerle ilgili takıntım ise yine başka bir yazının konusu olduğundan uzatmıyorum.

Bundan üç ya da dört sene önceydi sanırım, benim de dahil olduğum bir oluşum ile bir projemiz kapsamında Aydın'a giderek, orada köyleri ve antik kentleri gezmiştik. Çocukluğumdan gelen tarih ve mitoloji merakımdan dolayı antik kentleri görmüştüm ama köyleri ilk defa gördüm. Öncelikle bir turizmci olarak kendimden utandım. 
Nasıl bilmem, nasıl görmem, nasıl tanıtmam... 
Ve aşık olmuştum.
Benim için her şey vardı; Tarih, doğa, deniz, insan, spor... Hayatımda ilk defa İstanbul'dan başka bir yerde yaşamak istemiştim.

O günlerden sonra aşık olduğum o topraklar için, projeler, geziler yazmak, geliştirmek, yapmak için bir ayağım, gözüm, kulağım  oralarda oldu.
Her gittiğimde içime öyle bir huzur doldu ki, o topraklara ait olduğumu iliklerime kadar hissettim. 

Havasından huzur ve mutluluk soludum.

Sonra düşündüm;
Tarih ve mitoloji ilgim ve hayranlığım nedeni ile mi buralarda bu kadar mutluydum yoksa aslında ben buralı olduğum için mi tarih ve mitolojiye bu kadar düşkündüm.

Hayatımda ilk defa kendimi İstanbul dışında bir yerde bu kadar ait hissetmiştim. 

İlk olarak Ege'li bir aileden alınmış evlatlık olabilir miyim diye düşündüm ama aileme benzediğim için bu teorim çöktü.

Sonra daha önceki hayatlarımdan birisinde ya da bir kaçında buralarda yaşamış olabilirim diye düşündüm.

Sonra düşünmeyi bıraktım. 

Nasıl bir bağ var hala çözemedim ama bir şekilde bence ben Egeliyim.